Üzerinde Düşünülmesi Gerekenler

Yazının  başından bu yana düşünmenin öneminden, insana kazandırdıklarından, insanı diğer canlılardan ayırt eden çok önemli bir özellik olduğundan söz ettik. Ayrıca düşünmeyi engelleyen nedenlere de değindik. Kuşkusuz tüm bunlardaki amaç, insanları düşünmeye teşvik ederek, yaratılış amaçlarını görebilmelerine, Allah'ın sonsuz ilmini ve kudretini takdir edebilmelerine yardımcı olmaktı.

İlerleyen bölümlerde ise Allah'a iman eden bir insanın bir gün boyunca yaşadığı olaylar karşısında neler düşünmesi gerektiğini, gördüğü olaylardan nasıl ibretler çıkarması, karşılaştığı herşeyde Rabbimiz'in sanatını ve ilmini görerek nasıl Allah'a şükretmesi ve yakınlaşması gerektiğini anlatacağız.

Elbette burada bahsedilecek olanlar bir insanın düşünme kapasitesinin çok küçük bir bölümünü kapsamaktadır. İnsan yaşadığı her an düşünme yeteneğine sahiptir. Ve insanın düşünce ufku öylesine geniştir ki, bunlara bir kısıtlama, sıralama getirmek mümkün değildir. Burada anlatılacak olanların amacı, yalnızca düşünme yeteneğini gereği gibi kullanmayan kişilere bir yol açmaktır.

Unutmamak gerekir ki, ancak düşünen insanlar akledebilir ve diğer canlılardan farklı bir konuma ulaşabilirler. Çevresindeki mucizevi olayları göremeyen, görüp de akledemeyen insanların durumunu Allah ayetlerinde şöyle haber vermiştir:

İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Suresi, 171)

… Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)


Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan Suresi, 44)


Allah'ın ayetlerini, yarattığı canlılardaki ve olaylardaki mucizevi yönleri görebilen, dolayısıyla akledebilen insanlar ise ancak düşünen insanlardır. Ve bu insanlar gördükleri küçük büyük herşeyden bir sonuç çıkarabilirler.


SABAH UYANDIĞINDA…

İnsanın düşünmeye başlaması için özel bir ortam oluşmasına gerek yoktur. Sabah kalktığı andan itibaren düşünmek için önüne birçok imkan serilir.

Sabah uyanan insanın önünde koca bir gün vardır. Genellikle yorgun veya uykusuz değildir, herşeye yeniden başlamaya hazırdır. Bunu düşünen insanın aklına Allah'ın bir ayeti gelir:


O, geceyi sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp-çalışma (zamanı) kılandır. (Furkan Suresi, 47)

Kafasını toparlaması, tam olarak ayılması için yüzünü yıkaması, duş alması yetecektir. Artık insan kendisi için faydalı pek çok şeyi düşünebilecek bir konumdadır. Kahvaltıda ne yiyeceğinden veya evden kaçta çıkması gerektiğinden daha önemli konular vardır ve öncelikle bunları düşünmesi gereklidir.

Öncelikle sabah uyanabilmesi büyük bir mucizedir. Bilincini tamamen kaybetmesine rağmen sabah yine eski bilinci ve kişiliği ile geri dönmüştür. Kalbi atmakta, nefes alabilmekte, konuşabilmekte ve görebilmektedir. Oysa gece uykuya dalarken, bu nimetlerin sabah tekrar verileceğinin hiçbir garantisi yoktur. Üstelik gece boyunca başına herhangi bir felaket de gelmemiştir. Örneğin oturduğu apartmanda bir komşusunun dalgınlığı gaz kaçağına sebep olabilir ve gece büyük bir patlamayla uyanabilirdi. Bulunduğu bölge doğal bir felakete maruz kalabilir, belki hayatını kaybedebilirdi.

Vücudunda başka sorunlar olabilir, örneğin şiddetli bir böbrek sancısı, baş ağrısı ile uyanabilirdi. Ama bunların hiçbiri olmamıştır ve sapasağlam olarak uyanmıştır. Tüm bunları düşününce Allah'ın kendi üzerindeki bu geniş rahmeti ve koruması için O'na şükreder.

Yeni bir güne sağlıklı olarak başlamak, insanın ahireti için daha fazla kazanç sağlayabilmesi için Allah'ın ona bir fırsat daha vermesi demektir.

O halde yapılacak en güzel davranış, günü Allah'ı razı edecek biçimde geçirmektir. İnsan herşeyden önce bunun planlarını kurmalı, kafasını işgal eden düşünceler bunlar olmalıdır. Allah'ı razı etmenin en önemli yönlerinden biri ise bu konuda O'ndan yardım istemektir. Hz. Süleyman'ın ihlaslı duası bu konuda müminlere örnektir:

... Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat. (Neml Suresi, 19)

İNSANIN ACİZLİĞİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

İnsan, sabah yataktan kalkar kalmaz aciz bir varlık olduğunu fark ederek düşünmeye başlar. Her sabah mutlaka yüzünü yıkaması, dişlerini fırçalaması gerekir. Bunları gören insan diğer acizliklerini de düşünmeye başlar. Örneğin her gün banyo yapmak zorunda olması, incecik derisinin altının bakmakta zorlanılacak kadar kötü görünmesi, vücudunun enfeksiyona son derece açık olması, uykusuzluğa, açlığa ve susuzluğa dayanamaması hep acizliğinin göstergeleridir.


Allah, sizi bir za'ftan yarattı, sonra (bu za'fın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir za'f ve yaşlılık verdi. Dilediğini yaratır. O, bilendir, güç yetirendir. (Rum Suresi, 54)

Sabah aynaya bakan bir insanın eğer yaşı ilerlemişse aklına daha başka düşünceler de gelir. Hayatının ortalama ilk 20 senesinden sonrasında ilk yaşlanma belirtileri başlamıştır. 30'lu yaşlara geldiğinde gözaltları, ağız kenarları kırışmaya başlamış, cildinin eski diriliği kalmamış, vücudunun büyük bir bölümünde deformasyon görülmeye başlamıştır. Yaşı daha da ilerledikçe saçları beyazlamış, hatta elleri bile yaşlanmıştır.

Bunları düşünen bir insan için yaşlılık dünya hayatının geçiciliğini gösteren, insanın dünyaya hırsla bağlanmasını engelleyen en etkili olaylardan biridir. Yaşlanmaya başlayan kişi artık dünya hayatında geriye bir sayım başladığını anlar. Aslında yaşlanan ve geriye sayımı başlayan, insanın bedenidir. Beden gün geçtikçe çürür, ancak insanın ruhunda bir yaşlanma olmaz. İnsanların çoğunluğu gençliklerinde güzel veya çirkin olmalarının şiddetli olarak etkisi altında kalırlar. Genellikle güzel olan kibirlidir, çirkin olan ise ezik ve mutsuz olur. Yaşlılık ise bedenin güzelliğinin veya çirkinliğinin ne kadar geçici olduğunu, Allah Katında tek geçerli olanın ve insanın tek kazancının Allah'a olan bağlılığı ile gösterdiği güzel ahlak olduğunu gösteren önemli bir ibrettir.


İnsan bu acizlikleri ile her karşılaştığında, her türlü eksiklikten münezzeh olan, tek kusursuz varlığın Allah olduğunu düşünür ve Allah'ın yüceliğini tesbih eder. Allah insanın sahip olduğu her acizliği bir hikmetle yaratmıştır. İnsanların dünya hayatına bağlanmamaları, dünya hayatında sahip oldukları ile azıp şımarmamaları bu hikmetlerden bazılarıdır. Bunları düşünerek kavrayabilen kişi, ahirette Allah'ın kendisini tüm bu eksikliklerden arındırılmış olarak yaratmasını ister.

Sahip olduğu acizlikler çok önemli bir düşünceyi daha aklına getirir: Kara topraktan çıkan bir gül tertemiz kokarken, insanın bakım yapmadığı takdirde vücudunda oluşan kokunun dayanılmaz olması, özellikle kibirli ve kendini beğenmiş insanların üzerinde düşünerek ibret almaları gereken bir durumdur.


İNSANIN VÜCUDUNDAKİ BAZI ÖZELLİKLERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

İnsan sabah aynaya bakmaya devam ederken aklına hiç düşünmediği şeyler de gelebilir. Örneğin insanın kirpikleri, kaşları, kemikleri, dişleri belli bir boya ulaştığında uzamaları durur. Ancak saçlarının uzaması durmaz. Yani uzaması zararlı olabilecek, kötü bir görüntüye neden olacak olan bölümlerin uzaması dururken, uzaması estetik açıdan güzel olabilecek olan saçlar uzamaya devam eder. Bunun yanı sıra kemiklerin uzamasında da tam bir uyum ve oran vardır. Örneğin insanın kol kemikleri daha fazla uzayıp, gövdesi kısa kalmaz. Her biri ne kadar uzaması gerektiğini bilirmiş gibi tam zamanında durur.

Elbette burada sayılanlar vücutta meydana gelen birtakım fiziksel etkenlerin sonucunda oluşur. Ancak düşünen insanın aklına şu da gelir: Bu kimyasal reaksiyonların gerçekleşmesi nasıl sağlanmaktadır? Gereken herşeyin gerektiği kadar büyümesini sağlayan hormonlar, enzimler vücudun içine kim tarafından yerleştirilmiştir? Ve kim bunların miktarını, salgılanma zamanlarını kontrol etmektedir?


Kuşkusuz tüm bunların tesadüfler sonucunda oluştuklarını iddia etmek imkansızdır. İnsanı meydana getiren hücrelerin, hücreleri oluşturan şuursuz atomların böyle kararlar alabilmeleri mümkün değildir. Bunların her birinin insanı en güzel surette yaratan Allah'ın sanatı olduğu apaçık ortadadır.

YOLDA GİDERKEN…

Yolda giderken gördüklerimizde de düşünülecek çok şey vardır.


İnsanların birçoğu sabah kalkıp hazırlandıktan sonra işyerine, okula gitmek veya dışarıdaki bir işlerini halletmek üzere yola çıkarlar. Bir mümin için bu yolculuk Allah'ın razı olacağı hayırlı işler yapmanın bir başlangıcıdır. İnsan evinden ayrılıp dışarı çıkar çıkmaz önüne düşünmesi gereken sayısız konu çıkar. Etrafta büyük küçük binlerce insan, arabalar, ağaçlar sayılamayacak kadar çok ayrıntı vardır. Burada bir müminin bakış açısı çok nettir. O gördüğü şeylerden mümkün olduğunca faydalanmaya bakar. Olayların arkasındaki sebepleri düşünür. Çünkü karşısında gördüğü manzara Allah'ın bilgisi dahilinde ve O'nun dilemesiyle oluşmuştur. Öyleyse mutlaka bir sebebi vardır. Allah, onu dışarı çıkarıp karşısına bu görüntüleri çıkardığına göre bunlar üzerinde görülmesi ve düşünülmesi gereken şeyler vardır. Sabah kalktığı andan itibaren kendisine dünyada ecir (sevap) kazanabileceği bir gün daha verdiği için Allah'a şükretmiştir. Ve şimdi de bu ecirleri kazanabileceği bir yolculuğa başlamıştır. Bunun bilincinde olan kişi, herşeyi yaratan Allah'ın "Gündüzü bir geçim-vakti kıldık" (Nebe Suresi, 11) ayetini düşünür. Bu ayet doğrultusunda gününü diğer insanlara faydalı olacak, Allah'ın hoşnut olacağı işler yapacak şekilde geçirmenin planlarını yapar.

Aklında bu planlarla arabasına veya başka bir vasıtaya ulaştığında, yine Rabbimize şükreder. Çünkü gideceği yer ne kadar uzak olursa olsun, oraya ulaşma imkanı vardır. Allah bir kolaylık olarak insanlara ulaşımda kullanabilecekleri pek çok araç yaratmıştır. Özellikle de günümüzde gelişen teknoloji ile bu imkanlar çok daha fazla artmıştır; arabalar, trenler, uçaklar, gemiler, helikopterler, otobüsler.… Bunları düşünen kişinin aklına çok önemli bir konu daha gelir: Teknolojiyi de insanların hizmetine sunan Allah'tır.


Bilim adamları her geçen gün yeni buluşlar yapmakta, hayatımızı kolaylaştıracak yenilikler bulmaktadırlar. Ve bunların tümünü Allah'ın dünyada yarattığı imkanlarla gerçekleştirirler. İşte düşünen insan bunları kendi hizmetine verdiği için de Rabbimiz'e şükrederek yolculuğunu sürdürür.


Düşünen insan, teknolojiyi de insanların hizmetine verenin Allah olduğunu görür.


Bu düşüncelerle gideceği yere doğru ilerlerken, sokak arasında gördüğü bir çöp yığını, pis koku, karanlık, dar, izbe yerler de insanın aklına çeşitli konular getirir.

Allah dünyada hem cenneti hem de cehennemi hayalimizde canlandırabileceğimiz veya kıyas yoluyla nasıl olabileceklerini tahmin edebileceğimiz mekanlar ve görüntüler yaratmıştır. Çöp yığınları, pis kokular, dar, izbe ve karanlık yerler insanın ruhuna büyük sıkıntı verir. İnsan böyle ortamlarda asla bulunmak istemez. Bunların hepsi cehennemi hatırlatan özelliklerdir ve bu görüntülerle karşılaşan kişinin aklına cehennem ayetleri gelir. Allah Kuran'da cehennemdeki çirkin görüntüleri, karanlığı, pisliği pek çok ayetiyle haber vermiştir:


"Ashab-ı Şimal", ne (mutsuzdur o) "Ashab-ı Şimal."Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık ve kaynar su,Ve kapkara dumandan bir gölge içindedirler.Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim). (Vakıa Suresi, 41-44)

Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın. (Furkan Suresi, 13-14)

Yolda giderken görülen güzel bir manzara veya dar ve izbe bir yer insana birçok şeyi düşündürebilir.


Kuran'ın bu ayetlerini hatırlayan kişi, hemen Allah'a kendisini cehennem azabından koruması için dua eder, yaptığı hatalardan dolayı bağışlanma diler.

Bu tür bir düşünmeye yönelmeyen kimse ise gününü söylenerek, her olayda bir suçlu bulmaya çalışarak geçirecektir. Çöpü atanlar ve onu toplamada geciken belediye kafasına takılacak, patronun haksız yere kendisine çıkışması ve daha pek çok konu ile bütün gün aklını meşgul edecektir. Bu boş düşüncelerin ise kendine ahirette hiçbir faydası yoktur. Belki insan "Bir sürü işi bir tarafa mı bırakayım?" diye düşünebilir. Gerçekten de çoğu insan kendisini düşünmekten alıkoyan asıl konunun dünya üzerinde vermek zorunda olduğu mücadele olduğunu iddia eder. Yiyecek, barınma ve sağlık gibi problemler yüzünden düşünmelerinin mümkün olmadığını söyler. Oysa bu, kaçıştan ve kendini kandırmaktan başka bir şey değildir. İnsanın sorumlulukları ve içinde bulunduğu konum ile düşünmesinin hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü Allah'ın razı olması için düşünmeye çabalayan insan, yanında Allah'ın yardımını bulacaktır. Görecektir ki, kendisi için problem gibi görünen pek çok konu ardı ardına çözülmekte, düşünmeye her geçen gün daha fazla vakit ayırabilmektedir. Bu ancak müminlerin yaşayıp anlayabilecekleri bir konudur.

RENGARENK BİR DÜNYANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Yolculuğuna devam eden insan, çevresinde her an Allah'ın ayetlerini, yaratılış mucizelerini görmeye, bunlar üzerinde düşünerek Rabbimiz'in yüceliğini takdir etmeye çalışır. Arabanın camından dışarıya baktığında rengarenk bir dünya ile karşılaşır. Bunun üzerine şöyle düşünür: "Peki ya dünya rengarenk olmasaydı, herşey nasıl olurdu?"

Örneğin aşağıdaki resimlere bakın ve siz de düşünün. Hiçbir rengi olmayan bir deniz veya bir dağ manzarasından veya bir çiçekten şimdi aldığımız gibi zevk alabilir miydik? Gökyüzünün, meyvelerin, kelebeklerin, giyeceklerin, insanların yüzlerinin görüntüleri şimdi olduğu gibi zevk verir miydi? Rengarenk, cıvıl cıvıl bir dünyada yaşıyor olmamız bize Rabbimiz'in verdiği bir nimettir. Doğada gördüğümüz her renk, canlılardaki renklerin birbirleriyle olan kusursuz uyumu Allah'ın eşsiz sanatının ve benzersiz yaratışının delilleridir. Örneğin bir çiçeğin ya da bir kuşun sahip olduğu renkler ve bu renklerin birbirleriyle uyumu veya renkler arasında yumuşak geçişler olması, doğada hiçbir rengin gözümüzü rahatsız etmemesi, örneğin denizlerin, gökyüzünün, ağaçların renklerinin bizlere rahatlık verecek, gözümüzü yormayacak tonlarda olmaları Allah'ın yaratışının kusursuzluğunu gösterir. Tüm bunları düşünen bir insan, çevresinde gördüğü herşeyin Allah'ın sonsuz ilminin ve kudretinin bir eseri olduğunu anlar. Allah'ın bizlere verdiği tüm bu nimetler karşısında ise "içi titreyerek" Allah'tan korkup sakınır ve nankörlük eden bir insan olmaktan Allah'a sığınır. Allah, Kuran'da renklerin varlığını hatırlatarak, ancak alim olanların yani düşünüp araştıran ve bunlardan sonuç çıkaran insanların Allah korkusuna sahip olduklarını şöyle bildirir:

Allah'ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece Biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 27-28)


YOLDA GÖRÜLEN BİR CENAZE ARABASININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Bir yerlere ulaşmaya çabalayan insanın karşısına aniden bir cenaze arabası çıkabilir. Bu ise aslında insanı kendisine getirebilecek çok önemli bir fırsattır. Karşısına çıkan bu görüntü ona ölümü hatırlatmıştır. Bir gün kendisi de o arabanın içinde olacaktır. Buna hiç şüphe yoktur, ne kadar kaçınsa da er geç ölüm onu bulacaktır. Belki yatağında, belki yolda, belki de tatilde bir yerde bu dünyadan mutlaka ayrılacaktır. Çünkü ölüm kaçınılmaz bir gerçektir.

İşte böyle bir anda müminin aklına Allah'ın şu ayetleri gelecektir:


Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz. İman edip salih amellerde bulunanlar; onları, içinde ebedi kalıcılar olarak, altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. Ki onlar, sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir. (Ankebut Suresi, 57-59)

Bir insanın karşılaştığı cenaze herşeyden önce ona "kendi ölümünü" ve bu dünyanın kısa ve geçici olduğunu düşündürmelidir.


İnsanın kendi bedeninin de sonunda tahta bir tabuta konulacağını, üzerinin yakınları tarafından toprakla örtüleceğini, bir mezar taşında adının ve soyadının yazılacağını düşünmesi, onun dünyaya olan bağlılığını ortadan kaldırır. Bunu çok samimi ve gerçekçi bir şekilde düşünen insan bir gün toprağın altında çürüyecek bir bedene sahip çıkmanın ne kadar anlamsız olduğunu görür.

Allah, Ankebut Suresi'ndeki ayetlerde sabredenleri ve tevekküllü olanları ölümlerinden sonra cennetle müjdelemiştir. Bu yüzden bir gün öleceğini düşünen mümin, cennete kavuşabilmek için de Allah'ın emrettiği güzel ahlakı yaşamaya çalışır. Ölümün yakınlığını her düşündüğünde bu konudaki kararlılığı pekişir ve yaşamı boyunca giderek gelişen üstün bir ahlaka sahip olmaya çalışır.

Hep başka düşüncelere öncelik verip, boş kuruntularla hayatlarını geçirenler ise değil bir cenaze arabasıyla karşılaşmak, her gün mezarlık önünden geçseler, hatta yanında çok değer verdikleri biri ölse bile, bunun bir gün mutlaka kendi başlarına da geleceğini düşünmezler.

GÜN İÇİNDE…

Mümin gün boyunca karşılaştığı olaylar karşısında hep Allah'ın ayetlerini düşünür, olaylardaki incelikleri, Allah'ın yaratışındaki hikmetleri ve hayırları kavramaya çalışır.

Karşısına çıkan bir güzelliğe veya terslik gibi görünen her olaya hep Allah'ın hoşnut olacağı güzel ahlak çerçevesinde tepki verir. İman eden bir insan için bulunduğu ortamın bir önemi yoktur; okulda, işte veya alışverişte de olsa hep Allah'ın herşeyi yarattığını düşünerek, O'nun yarattığı güzellikleri, olaylardaki hikmetleri görmeye çalışır, Rabbimiz'in ayetlerine uygun bir yaşam sürer. İnananların bu tavrı ayetlerde şöyle haber verilir:

(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alışveriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi fazlından artıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nur Suresi, 37-38)


YAPILAN İŞTE KARŞILAŞILAN ZORLUKLARIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

İnsan gün boyunca çeşitli zorluklarla karşılaşabilir. Ama karşılaştığı zorluk ne olursa olsun Allah'a tevekküllü davranması ve şunları düşünmesi gerekir: "Allah bizi bu dünya hayatında her yaptığımızla ve her düşündüğümüzle denemektedir. Bu, bir an bile aklımızdan çıkarmamamız gereken çok önemli bir gerçektir. Öyle ise yaptığımız herhangi bir işte bir zorlukla karşılaştığımızda veya kendi düşüncemize göre işlerin yolunda gitmediğini sandığımızda, bu olayların hepsinin bizim tavrımızı denemek için karşımıza çıkartıldığını kesinlikle unutmamalıyız."

İnsanın aklından geçen bu düşünceler, günlük yaşantı içerisinde karşılaşılan büyük veya küçük her olay için geçerlidir. Örneğin bir işyerinde bir yanlış anlamadan dolayı veya birinin ihmali yüzünden yanlış yere ödeme yapılabilir, saatlerce bilgisayarda üzerinde çalışılan bir dosya elektriklerin kesilmesi yüzünden bir anda yok olabilir, bir öğrenci çok fazla çalışmasına rağmen üniversite sınavını kazanamayabilir, takip edilen bir işte birçok bürokratik işlemden dolayı bir insanın günleri kuyruklarda beklemekle geçebilir, sürekli eksik bir belgesi çıkabilir ve bu nedenle işleri aksayabilir, bir insan çok acil yetişmesi gereken bir yere giderken uçağını, otobüsünü kaçırabilir… Herkesin kendi yaşantısı içinde karşılaşabileceği, kendince zorluk ve terslik olduğunu zannettiği bu tür sayısız olay vardır.

Ancak bu olayların her birinde imanlı bir insan hemen Allah'ın kendisinin tavrını ve sabrını denediğini, ölecek ve ahirette hesap verecek olan bir insanın bu olaylara dalıp, bunlara üzülüp vakit kaybetmesinin yersiz olduğunu düşünür. Bütün bu olayların arkasında bir hayır olduğunu bilir. Hiçbir olay karşısında "Eyvah!" demez. Allah'a işlerini kolaylaştırması için dua eder.

Ve bir zorluğun ardından kolaylık geldiğinde, bunun Allah'a ettiği duanın bir karşılığı olduğunu, Allah'ın duaları işiten ve onlara icabet eden olduğunu düşünür ve Allah'a şükreder.
 Terslik gibi görünen olaylarda mutlaka bir hayır olduğunu ve Allah'ın yardımıyla herşeyin en güzel şekilde sonuçlanacağını düşünmek gerekir.


Bunları düşünerek gününe devam eden kişi, neyle karşılaşırsa karşılaşsın, asla ümitsizliğe kapılmaz, endişelenmez, korkup üzülmez, çaresiz durumda kalmaz. Allah'ın herşeyi bir hayır ve güzellik üzerine yarattığını bilir. Üstelik bunu sadece başına gelebilecek büyük olaylarda değil, biraz önce söz ettiğimiz gibi, günlük hayatı içinde, küçük büyük karşılaştığı her detayda düşünür.

Örneğin planladığı önemli bir iş istediği gibi gitmeyen, tam başarı elde etmek üzereyken son anda ciddi bir aksilikle karşılaşan bir insan düşünün. Eğer bu insan imanın getirdiği derin kavrayışa sahip değilse, aniden kızar, sıkıntıya düşer, üzülür, kısacası her türlü olumsuzluğu yaşar. Oysa herşeyde bir hayır olduğunu düşünen bir insan Allah'ın bu olayla kendisine gösterdiği hikmetleri düşünüp bulmaya çalışır. Bu şekilde Allah'ın bu konuda daha kesin önlemler alması gerektiğine dikkat çekmiş olabileceğini düşünür. Teknik açıdan gerekli tüm önlemleri alır ve "belki de bu şekilde daha önemli zararların oluşması önlenmiştir" diyerek Allah'a şükreder.


Bir yere yetişmeye çalışırken bineceği otobüsü kaçırırsa, "belki gecikmem veya bu otobüse binmemem beni bir kazadan veya başka bir kötülükten korumuştur" diye düşünebilir. Bunlar sadece birkaç örnektir, "bunun gibi daha birçok hikmeti olabilir" diye de düşünür. Bu örnekler insanın yaşamı içerisinde çok fazla çoğaltılabilir. Ancak önemli olan şudur: İnsanın yaptığı planlar her zaman istediği gibi sonuç vermeyebilir. Kişi kendini bir anda planladığından çok farklı bir ortamda bulabilir. İşte böyle bir durumda tevekküllü davranan, karşılaştığı olayda hayır arayan kişi kazançlıdır. Çünkü Allah ayetinde insanlara şöyle bildirir:

… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)

Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi, biz bilemeyiz ancak Allah bilir. Dolayısıyla bizim için neyin hayırlı olduğunu, neyin kötü olduğunu bilen de Allah'tır. İnsana tek düşen ise sonsuz merhamet sahibi ve esirgeyen olan Allah'ı dost edinmek ve Allah'a tam bir teslimiyetle teslim olmaktır.

BİR İŞ YAPARKEN DÜŞÜNÜLENLER

Bir insanın herhangi bir işi yaparken aklının boş kalmaması ve daima hayır yönünde düşünmesi çok önemlidir. Çünkü insan aynı anda birkaç şeyi yapabilme kapasitesine sahiptir. Örneğin araba kullanan, evini temizleyen, spor yapan, yolda yürüyen her insan aynı zamanda hayırlı bir şeyler de düşünebilir.

Temizlik yapan bir insan, Allah'ın kendisine su, deterjan gibi imkanları vermesinden dolayı şükreder. Allah'ın temizliği ve temiz insanları sevdiğini bildiği için yaptığı işi bir ibadet olarak görür ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanmayı umar. Ayrıca bulunduğu mekanı temizleyerek diğer insanlar için de rahatlatıcı bir ortam sağlamaktan zevk duyar.


Veya herhangi bir iş üzerindeki bir insan, içinden sürekli Allah'a dua eder, yaptığı işi kolaylaştırmasını Rabbimiz'den ister, Allah dilemedikçe hiçbir işte başarılı olamayacağını düşünür. Kuran'da bizlere örnek gösterilen peygamberlerin kendi içlerinde daima Allah'a yöneldiklerini, bir iş üzerindeyken hep Allah'ı düşündüklerini görürüz. Bu kutlu insanlardan biri Hz. Musa'dır. Hz. Musa yolunun üzerinde karşılaştığı kadınların sürülerine su içirmelerine yardımcı olduktan sonra Allah'a yönelmiştir. Bu olay ayetlerde şöyle haber verilmektedir:

Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu. Dedi ki: "Bu durumunuz ne?" "Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır." dediler. Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: "Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." (Kasas Suresi, 23-24)


Bu konuda Kuran'da gördüğümüz bir başka örnek de Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'dir. Allah bu peygamberlerin beraber bir iş yaparken diğer iman edenler için hayırlı şeyler düşündüklerini ve Kendisi'ne yönelerek bu konuda dua ettiklerini haber vermiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

İbrahim, İsmail'le birlikte Evin (Ka'be'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin; Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin. Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin." (Bakara Suresi, 127-129)

BİR ÖRÜMCEK AĞININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Minik bir böceğin oluşturduğu ağın kusursuz bir tasarıma sahip olmasında düşünülecek çok şey vardır.


Gününü evinde geçiren bir insanın da düşünebileceği pek çok şey vardır. Örneğin temizlik yaparken evin bir köşesine ağını örmüş bir örümcek görebilir. Eğer normalde kimsenin önemsemediği bu hayvan hakkında düşünmesi gerektiğini fark ederse, kendisine yeni kapılar açıldığını görecektir. Çünkü karşısında gördüğü küçük böcek Allah'ın üstün yaratışının bir örneğidir. Bu örümceğin ördüğü ağda mükemmel bir simetri vardır. Üstelik örümcek bu ağı son derece hızlı ve seri şekilde örmekte, bu işlemi yaparken geri çekilip simetrik olmuş mu olmamış mı diye bir kez dahi kontrol etmemektedir. Ama ortaya muazzam düzene sahip bir yapı çıkarmaktadır. İnsan bu şaşırtıcı kusursuzluktaki simetriyi küçücük bir örümceğin nasıl başardığını merak edip biraz araştırdığında başka gerçeklerle karşılaşır: Örümceğin kullandığı ip, aynı kalınlıktaki kauçuktan % 30 daha esnektir. Örümceğin ürettiği bu iplik öylesine üstün bir özelliğe sahiptir ki, insanlar tarafından kurşun geçirmez yelek yapımında örnek alınmaktadır. Yani çoğu insanın basit bir örümcek ağı olarak gördüğü şey, aslında dünyadaki en ideal endüstri malzemeleriyle eşdeğer bir maddedir.

Çevresindeki canlılarda kusursuz bir düzene şahit olan insan bu konuda düşünmeye devam ettikçe daha da şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşır. Sürekli karşılaştığı halde hiç umursamadığı, hatta belki de sinirlenip öldürmeye çalıştığı bir sineği incelediğinde onun çok titiz ve ayrıntılı bir temizlik anlayışına sahip olduğunu görür. Sinek sık sık bir yere konarak ellerini ve ayaklarını ayrı ayrı temizler. Daha sonra da kanatlarını, yüzüne bulaşan tozları elleri ve ayakları ile ince ince temizler. Temizliğinden emin oluncaya kadar da bu işlemleri sürdürür. Diğer tüm sinek ve böcek çeşitleri de aynı şekilde ve aynı önem ve titizlik içerisinde temizlenirler. Bu da temizlenmeyi onlara Yüce Allah'ın öğrettiğini göstermektedir.

Aynı sinek uçarken kanatlarını saniyede yaklaşık olarak 500 kere çırpar. Böyle bir sürate insan yapısı hiçbir makine dayanamaz, sürtünmeden paramparça olur ve yanar. Fakat sineğin ne kanatlarına ne kaslarına ne de eklemlerine hiçbir zarar gelmez. Rüzgarın şiddetini ve yönünü de hesaplayarak istediği yöne doğru sapmadan uçabilir. İnsan şu an sahip olduğu teknolojiyle bile bu üstün özelliklere ve uçuş tekniklerine sahip bir makine üretmekten çok uzaktır. Ama sinek deyip de geçtiği ve çoğu zaman umursamadığı bir canlı, insanın başaramadığı büyük bir işi başarmaktadır. Elbette bunu sineğin kendi kabiliyetleri ve zekasıyla yaptığını iddia etmek mümkün değildir. Sinekteki bu üstün özellikler Allah'ın ona verdiği yeteneklerdir.


Görünmeyen akarlar


İnsan şöyle bir etrafına baktığında gördüğü her noktada gözle görülen ve görülmeyen bir canlılık vardır. Dünya üzerinde canlılığın var olmadığı tek bir santimetrekare dahi mevcut değildir. İnsanlar, bitkiler, hayvanlar görebildiği canlılardır ama bir de bunların yanında göremediği, ama varlıklarından haberdar olduğu canlılar vardır. Örneğin oturduğu evin içinde her yer "akar" ismi verilen mikroskobik canlılarla doludur. Aynı şekilde soluduğu havada sayısız virüs gezmekte ya da bahçesindeki toprakta umulmadık kadar yüksek sayıda bakteri yaşamaktadır.

Dünya üzerindeki inanılmaz yoğunluktaki canlılığı düşünen insanın aklına bir de bu canlılardaki kusursuz sistemler gelir. Gördüğü canlıların tümü Allah'ın sanatının apaçık birer delilidir, ama aynı şekilde mikroskobik canlılarda da büyük mucizeler gizlidir. Gözle göremediğimiz bir virüsün, bakterinin veya akarın kendilerine ait vücut mekanizmaları vardır. Her birinin yaşadığı ortamı, beslenme şeklini, üreme ve savunma sistemlerini Allah yaratmıştır. Bunları düşünen kişinin aklına Allah'ın ayetleri gelir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir. (Ankebut Suresi, 60)

HASTALIKLARIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

İnsan birçok eksikliği olan ve bu eksikliklerini gidermek için sürekli çaba harcaması gereken bir varlıktır. Hastalıklar insanların acizliklerini çok açık bir şekilde ortaya koyarlar. İnsan bu nedenle kendisi veya bir tanıdığı hastalandığında mutlaka bunun hikmetleri üzerinde düşünmelidir. Düşündüğünde, en basit görülen bir grip hastalığının bile insanların öğüt alabileceği ibretler taşıdığını görür. Böyle bir hastalığa yakalandığında şunları düşünür: Öncelikle gribe neden olan şey gözle bile görülemeyecek kadar küçük bir virüstür. Ancak bu kadar minik bir canlı 60-70 kilo ağırlığında bir insanı güçten düşürmeye, yürüyemeyecek, hatta konuşamayacak kadar bitkinleştirmeye yeter. Çoğu zaman aldığı ilaçlar, yediği yemekler de bir işe yaramaz. Tek yapabileceği yatıp beklemektir. Vücudunda kendisinin kesinlikle müdahale edemediği bir savaş gerçekleşir. Küçücük bir canlının karşısında insanın eli kolu bağlı kalır. Böyle bir anda ilk aklına gelmesi gereken Yüce Rabbimiz Allah'ın şu ayetleridir:

Bana yediren ve içiren O'dur;Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur,Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat. (Şuara Suresi, 79-83)

Herhangi bir hastalığa yakalanan kişi aynı zamanda sağlıklı dönemlerindeki tavrı ile, hastalandıktan sonraki tavrını karşılaştırıp, ikisinin arasındaki farkı düşünmelidir. Hastalıklı zamanındaki tevazulu halini, Allah'a muhtaç olduğunu nasıl hissettiğini, örneğin bir ameliyata girerken herşeyin hakimi olan Allah'a nasıl içten ve kuvvetle dua ettiğini hiç unutmaması gerektiğinin farkına varmalıdır.

Gözle görülemeyen bir virüs koskoca insan bedenini yatağa düşürebilmektedir.

Bir başkasının hastalığına şahit olduğunda da hemen kendi sağlığını düşünerek Allah'a şükretmelidir. Örneğin bir mümin, bacağı sakat kalmış birini gördüğünde, bacağının kendisi için ne kadar büyük ve önemli bir nimet olduğunu düşünür. Her sabah kalkar kalkmaz rahatlıkla istediği yere yürümenin, gerektiğinde koşabilmenin, kimseye muhtaç olmadan her işini kolaylıkla yapabilmenin Allah'ın birer lütfu olduğunu anlar. Bu şekilde kıyas yaparak düşündüğü için, elindeki nimetlerin değerini daha da iyi kavrar.

KİBİRLİ, ŞIMARIK, SALDIRGAN, KÖTÜ AHLAKLI BİRİ İLE KARŞILAŞILDIĞINDA NELER DÜŞÜNÜLÜR?

Bir insan gün içinde işyerinde veya okulda birçok farklı insanla karşılaşabilir. Elbette bu insanların tümü kendisi gibi güzel ahlaklı, Allah'tan korkan insanlar olmayabilir. Böyle insanlarla karşılaşan kişi yine Allah'ın emrettiği üstün ahlakı yaşar, onlardan asla etkilenmez. Onların sahip oldukları tüm kötü ahlak özelliklerinin nedeninin, Allah korkusuna sahip olmamaları ve ahirete inanmamaları olduğunu bilir. Ve aklına şunlar gelir: Allah insanları cehennem azabı ile korkutmakta ve böylece sonsuz bir azabı düşünerek, dünya hayatındaki davranışlarını düzeltmelerini, gönülden Allah'a yönelmelerini ve dini ihlasla yaşamalarını istemektedir. İnsan böyle büyük ve önemli bir tehditle karşı karşıya olduğunun farkına varırsa, mutlaka bu tehlikeden korunmak için önlemler alacaktır. Ancak bu tehlikeyi düşünmeyen ve dolayısıyla önemini kavrayamayan insanlar, sanki onlar için hazırlanmakta olan ateş ve azap dolu bir mekan yokmuş gibi davranırlar.

Bu gerçeklerin farkında olan kişinin aklına çok önemli başka konular da gelir. Bu insanların her biri cehennem ateşinin kenarında durduklarında tavırları bambaşka olacaktır. Örneğin bugün şımarık, küstah ve kibirli tavırlar sergilemekten kaçınmayan bir insan, hesap gününde tutuklanarak, yerlerde sürüklenerek ve sürekli aşağılanarak cehennem çukurunun yanına getirilse, yüzündeki ifade, tavrı, konuşma üslubu, kullandığı kelimeler böyle olmayacaktır.


Veya saldırgan, saygılı olmayan suç işlemeye açık, hiçbir insani vasfı kalmamış bir insan yine aynı şekilde cehennem ateşinin kenarına getirilse, cehennem azabını gördüğü için sonsuz bir pişmanlığa kapılacaktır.

Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi 'yok sayarak tanımadıkları' gibi, biz de bugün onları unutacağız.(A'raf Suresi, 51)


Dünya hayatında din ahlakını yaşamamak, ibadetlerini yerine getirmemek için türlü mazeretler sayan biri, cehennemin kapısında beklerken kendisine namaz kılması söylense aynı mazeretleri söyleyemeyecektir.

İşte Allah'tan korkan kişi bu gerçekleri asla aklından çıkarmaz. Cehennem ateşini düşünür ve bu sayede doğru tavrın, doğru sözün, güzel ahlakın ne olduğunu görür. Cehennemin varlığına kesin olarak inandığı ve sürekli olarak düşündüğü için, daima cehennem ateşinin yanı başındaymış gibi ve her yaptığından hesaba çekileceğini düşünerek davranır. Allah insanlara cehennemi ve hesap gününü düşünmelerini şöyle bildirmiştir:

Her bir nefsin hayırdan yaptıklarını hazır bulduğu ve her ne kötülük işlediyse onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını istediği o günü (düşünün). Allah, sizi Kendisi'nden sakındırır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır. (Al-i İmran Suresi, 30)

YEMEK YERKEN…

Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne Yücedir. (Mümin Suresi, 64)

Allah insanlara dünyada çeşit çeşit, güzel, temiz, tadanların lezzet aldığı yiyecek ve içecekler vermiştir. Elbette bunların tümü Allah'ın sonsuz lütfunun ve insanlar üzerindeki rahmetinin birer tecellisidir. İnsanlar tek bir çeşit yiyecek ve içecekle de yaşamlarını belki sürdürebilirler ama Allah insanlara sayısız nimet vermiştir; meyveler, sebzeler, çeşit çeşit etler…

Allah insanları çeşit çeşit yiyeceklerle rızıklandırmıştır. Türlü tat ve kokularda hoşumuza giden binlerce yiyecek çeşidi olması, Allah'ın insanlar üzerindeki rahmetinin sayısız göstergelerindendir.

Bu nimetlerin tümünün Allah'tan olduğunu bilen mümin de her sofraya oturuşunda bunlar üzerinde düşünür ve Rabbimiz'e şükreder.

YEMEK YERKEN MASAYA GELEN MEYVELERİ GÖRÜNCE NELER DÜŞÜNÜLÜR?

Kuran'ın pek çok ayetinde Allah'ın insanları türlü yiyecekler vererek nimetlendirdiğinden bahsedilir. Yemek sofrasına oturan bir kişinin önüne bu nimetler dizilmiştir. Topraktan çıkan çeşit çeşit bitkiler, hayvanların ürünleri sofraları süsler. İnsan bunlardan zevk alacak şeklide yaratılmıştır. Her biri birbirinden lezzetli olan bu yiyecekler aynı zamanda insanın yaşaması için de gereklidir. Bir düşünelim yaşamamız için gerekli olan gıdaların hiç lezzetleri olmasa ya da tatları çok kötü olsa ne yapardık? Veya çok lezzetli olmalarına rağmen bunlar bize zararlı olsaydı... Veya sadece birkaç çeşit yiyecek olsaydı ve insan bunlardan sadece ayakta kalmak için faydalanıyor olsaydı? Sofrada gördüğünüz şekilde bir tablo ile karşılaşmanızın tek sebebi Allah'ın size olan lütfu ve rahmetidir. İnsan sadece meyveler hakkında bile düşünse üzerindeki nimeti fark edecektir.

Oturduğu yemek sofrasında çeşit çeşit meyveleri gören şuurlu bir insan şunları düşünür:

• Kapkara bir çamurun içinden, rengarenk, farklı farklı kokularda, içleri mis gibi tertemiz olan meyvelerin çıkması, her birinin tadının çok hoş ve lezzetli olması Allah'ın insanlara sunduğu büyük bir nimettir.

• Muz, mandalina, portakal, kavun, karpuz kısacası tüm meyveler hep ambalajları ile yaratılmışlardır. Hepsinin kabuğu meyveyi çürümekten, bozulmaktan korur. Kokuları da ambalajlarının içinde saklıdır. Ambalajları açıldığında ise bir süre sonra kararmaya ve bozulmaya başlarlar.

• Meyvelerin her biri tek tek incelendiğinde birçok inceliklerinin bulunduğu görülür. Örneğin portakal ve mandalina özel olarak dilimlenmiştir. Bir bütün halinde olsalardı o kadar sulu bir meyveyi yemek insan için zor olabilirdi. Ama Allah bunları küçük dilimler haline getirerek insanlara kolaylık sağlamış ve bir güzellik sunmuştur. Şüphesiz meyvenin içindeki bu kusursuz, ihtiyaca yönelik ve son derece estetik düzen, üstün bir ilim sahibi olan Allah'ın yaratışının delillerindendir.

Tomurcuklarından ütülenmiş gibi buruşmadan çıkan çiçekler...

• Örneğin çilek, görüntüsü ve tadı ile çok özel bir meyvedir. Üzerindeki motifleri sanki milim milim ölçülerek işlenmiş gibidir. Kırmızı ve estetik biçiminin üzerinde yeşil yaprakları ile Allah'ın eşsiz sanatının eserlerinden biridir. Tadındaki ve kokusundaki güzellik, çekirdeksiz ve kabuksuz olduğu için yenmesinde hiçbir güçlük olmaması insana cennet meyvelerini hatırlatır. Toprağın neredeyse içinde yetişen bir meyvenin bu kadar güzel ve çarpıcı bir renge, bu kadar güzel bir kokuya sahip olması, onu örneksiz yaratan, sanatını, aklını ve ilmini yarattığı varlıklarda gösteren Rabbimiz'i bizlere tanıtır.

Hoşumuza giden her görüntü Allah'ın sanatını tanıtır. Bir bahçenin güzelliğini gören insan "MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur" diyerek Allah'ı yüceltmelidir.


• Her mevsimde ayrı meyvelerin bulunması da üzerinde düşünmeye değer bir konudur. Örneğin kışın insanların en fazla vitamine ihtiyaçları oldukları dönemde, mandalina, portakal ve greyfurt gibi C vitamini yönünden zengin meyvelerin olması, yazın da insanların susuzluğunu gidererek ferahlamalarını sağlayan kiraz, kavun, karpuz, şeftali gibi meyvelerin çıkması Allah'ın insanlara lütfu ve nimetidir.

• Meyvelerin dallarındaki veya ekili haldeki görüntüleri de Allah'ın sunduğu birer güzelliktir. Kupkuru bir odunun üstünde içi sulu, bir çoğunun dışı özellikle cilalanmış gibi, dalına sımsıkı bağlanmış yüzlerce meyve görüntüsü, her birini Allah'ın yarattığının delillerindendir. Örneğin salkım salkım üzümler, sanki tek tek asma dallarına yerleştirilmiş gibidir. Allah her birini örneksiz ve eşsiz yaratmıştır. Dallarındaki görüntüleri ise insanların hoşuna gidecek şekle sokulmuştur. Bu nedenle Allah Kuran'da cenneti tasvir ederken, "(Meyvelerin) Gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmış" (İnsan Suresi, 14) ayetiyle cennet meyvelerinin devşirilmeye, yani dallarından koparılmaya hazır olduklarını bildirmektedir.


Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır… (İbrahim Suresi, 32)

Elbette burada sayılanlar yalnızca sınırlı birkaç örnektir. Allah'ın yarattığı nimetler sayılarak bitirilemeyecek kadar çeşitlidir. Yemek sofrasında bunun farkına varan kişinin aklına Allah'ın bir başka ayeti gelir:

Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 17-18)

TATLARIN VE KOKULARIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

İnsan bu şekilde düşünmeye devam ettikçe, Allah'ın yarattığı güzellikleri ve incelikleri daha çok fark etmeye başlar. Vicdanlı bir insan tüm bunları düşünürken, aynı zamanda Allah'ın sunduğu bu nimetlerden zevk alabilmenin de yine Rabbimiz'in büyük bir lütfu olduğunu aklından geçirir. Özellikle Allah'ın insanlara verdiği tat ve koku alma duyularının dünyadaki birçok güzelliği algılamamıza yaradığını hatırlar. Ve şöyle düşünür: Eğer koku alma duyumuz olmasaydı gülün kokusundan, yediğimiz meyvelerden, ızgaradan şimdi aldığımız zevki alamazdık. Eğer tat alma duyumuz olmasaydı çikolatanın, şekerlerin, etin, çileğin ve diğer nimetlerin eşsiz tatlarının hiçbirini fark edemeyecektik.

Unutmamak gerekir ki, renksiz, tatsız ve kokusuz bir dünyada da yaşıyor olabilirdik. Ve Allah bunları bize nimet olarak vermemiş olsaydı, bu güzellikleri biz hiçbir şekilde elde edemezdik. Ancak Allah hem kokuları ve tatları hem de bunları algılayabilecek duyu sistemlerini yaratarak insana sonsuz rahmetinden bağışlamıştır.

BAHÇEDE GEZERKEN…DOĞADA GÖRÜLEN GÜZELLİKLERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

İnsanın doğada gördüğü tüm güzellikler, Allah'ın üstün ve benzersiz yaratma gücünün delilleridir. Cennet ise dünyadaki güzelliklerle kıyaslanamayacak kadar kusursuz olacaktır.


Allah'a iman eden insan doğada gördüğü güzellikler karşısında Rabbimiz'i tesbih eder. Var olan tüm güzellikleri herşeyin hakimi olan Allah'ın yarattığının farkındadır. Tüm güzelliklerin Allah'a ait olduğunu, O'nun Cemal sıfatının tecellileri olduğunu bilir.

İnsan doğada gezerken karşısına her zamankinden fazla güzellik çıkar. Tek bir ottan sarı bir papatyaya, kuşlardan karıncalara kadar herşey üzerinde düşünmeyi gerektiren ayrıntılarla doludur. İnsan bunlar üzerinde düşündükçe Allah'ın güç ve kudretini anlar.

Örneğin kelebekler son derece estetik ve göze hoş gelen varlıklardır. İncecik tül gibi kanatlarının üzerindeki simetri, desenlerin elle çizilmiş gibi son derece muntazam olması, birbiriyle uyumlu, fosforlu renkleri ile Allah'ın benzersiz sanatının ve üstün yaratma gücünün delillerindendir.

Aynı şekilde yeryüzündeki sayısız çeşitteki bitkiler ve ağaçlar da Allah'ın yarattığı güzelliklerdendir. Her biri birbirinden tamamen farklı renklere sahip çiçekler, farklı görünümdeki ağaçlar insanlara zevk verecek görünümde yaratılmışlardır.

İman eden kişi, gül, menekşe, papatya, sümbül, orkide, karanfil ve diğer çiçeklerin nasıl olup da bu kadar pürüzsüz yüzeyleri olduğunu, tomurcuğun içinden hiçbir buruşukluk olmadan dümdüz ütülenmiş gibi nasıl çıkabildiklerini düşünür.

Allah'ın yarattığı bir diğer güzellik de bu çiçeklerin olağanüstü kokularıdır. Örneğin bir gülün sürekli etrafına yaydığı, hiç değişmeyen yoğun bir kokusu vardır. En son teknolojiyle bile bu gül kokusunun birebir benzeri yapılamamaktadır. Laboratuvarlarda bu kokunun taklidi yapılmaya çalışıldığında ortaya çıkan sonuç son derece yetersizdir. Bir gülün kokusuna benzetilmeye çalışılarak üretilen kokular genellikle insanda rahatsızlığa neden olan ağır kokulardır. Oysa gül kokusu insanda hiçbir rahatsızlığa neden olmaz.

İman eden kişi bunların her birinin insanın Allah'ı tesbih etmesi, yarattığı güzelliklerde Allah'ın sanatını ve ilmini tanıyabilmesi için yaratılan varlıklar olduğunu bilir. Bu nedenle bahçesinde gezerken bu güzellikleri gördüğünde "MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur" (Kehf Suresi, 39) diyerek Allah'ı yüceltir. Allah'ın tüm bu güzellikleri insanların hizmetine sunduğunu ve ahirette bunlarla kıyas edilemeyecek üstünlükteki güzellikleri iman edenlere vereceğini hatırlar. Ve bundan dolayı Rabbimiz'e karşı duyduğu sevgi kat kat artar.

BAHÇEDE GEZERKEN GÖRDÜĞÜNÜZ BİR KARINCA ÜZERİNDE HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

Büyük bir gayretle yuvasına yiyecek taşıyan bir karınca.


Bazı insanlar çevrelerinde gördükleri canlılar üzerinde düşünmeyi çok gerekli görmezler. Her gün gördükleri canlıların ilginç özellikleri olabileceği akıllarına gelmez. Oysa iman eden bir insan için Allah'ın yarattığı her canlı kusursuz bir yaratılışın izlerini taşır. İşte karıncalar da bu canlılardandır.

İman eden bir insan bahçede dolaşırken gördüğü bir karıncayı görmezlikten gelerek geçip gitmez. Onun şaşkınlık verici özelliklerini görerek Allah'ın kusursuz yaratışına şahit olur.

Örneğin bir karıncanın yürüyüşünü dahi incelemek düşündürücüdür. Milimetrik bir inceliğe sahip olan bacaklarını son derece düzenli bir şekilde arka arkaya hareket ettirir, üstelik hangi bacağının önce, hangisinin sonra geleceğini çok iyi bilir. Hiç şaşırmadan hızlı hızlı hareket edebilir.

Bu küçücük böcek, kendi bedeninden çok daha büyük kırıntıları yüklenir. Canla başla onları yuvasına taşır. Kendi bedeniyle kıyaslandığında çok uzun mesafeler kat eder. Uçsuz bucaksız bir toprak zeminde görünürde hiçbir yol gösterici olmamasına rağmen yuvasını bulabilir. Üstelik bu yuvanın girişi insanın dahi tespit etmekte hayli zorlanacağı küçüklükte olmasına rağmen, o hiç yanılmaz ve nerede olursa olsun bu yuvayı bulur.

İnsan bahçede arka arkaya dizilmiş, büyük bir gayretle yuvalarına yiyecek taşımaya çalışan karıncaları görünce bu küçücük canlının böylesine canla başla çalışması için ne gibi bir amacı olabilir diye düşünür. Ardından bir karıncanın sadece kendisi için değil, kolonisindeki diğer bireyler, kraliçe karınca ve yavrular için de sürekli yiyecek taşıdığını fark eder. Bu kadar küçük ve gelişmiş bir beyni bile olmayan karıncanın bu çalışkanlığı, disiplini, fedakarlığı nereden bildiği, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Tüm bunları düşündükten sonra vardığı sonuç ise şöyledir: Karıncalar da tüm diğer canlılar gibi Allah'ın ilhamı ile hareket ederler, yalnızca O'nun emrine uyarlar.

SARMAŞIKLARIN "ŞUURLU" HAREKETLERİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Sarmaşığın kendini bir cisme dolaması şuurlu bir varlığın hareketine benzer.


Bahçede dolaşmakta olan bir mümin Allah'ın yarattığı güzelliklerden biri olan sarmaşıklarla karşılaştığında, onlar üzerinde de düşünür. Çünkü düşünen bir insan için çevresindeki her varlıkta ders alınacak deliller vardır.

Örneğin sarmaşıkların kendilerini bir dala veya herhangi bir cisme dolamaları insanın üzerinde dikkatle düşünmesi gereken bir olaydır. Eğer bu büyüme bir yere kaydedilip, daha sonra hızlı çekimde izlense, sarmaşığın sanki şuurlu bir varlık gibi hareket ettiği görülür. Sanki biraz ilerisinde bir dal olduğunu görüyormuş gibi o dala doğru kendini uzatır ve adeta kement atarak dala kendini bağlar. Hatta bazen birkaç kez dolanarak kendini sağlama alır. Bu şekilde hızla ilerler, yolu bittiğinde geri dönerek veya aşağı doğru inerek kendine yeni bir yol bulur. İşte bunlara şahit olan mümin Allah'ın var ettiği tüm canlıları kendilerine özgü, kusursuz sistemlerle yarattığını bir kez daha görür.

Ayrıca bir sarmaşığın hareketlerini izlemeye devam ettikçe onun önemli bir özelliğine daha şahit olur. Sarmaşığın yanlara kollar çıkararak, kendini bulunduğu duvarın üzerine kuvvetlice yapıştırdığını görür. Şuursuz bir bitkinin ürettiği yapıştırıcı o kadar güçlüdür ki, yapıştığı duvardan çıkartırken duvarın boyasını dahi sökebilir.

Böyle bir bitkinin varlığı, bunları görüp üzerinde düşünen mümine bu bitkiyi yaratmış olan Allah'ın kudretini bir kez daha gösterir


AĞAÇLARIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


Kuru bir odundan yemyeşil ve canlı yaprakların çıkması, metrelerce yükseklikteki yaprakların incecik damarlarına kadar suyun ulaşabilmesi, yaprakların kızgın güneşin altında dahi kurumamaları... Bunlar ağaçların düşündürdüğü sayısız konudan sadece birkaçıdır.


Ağaçları her gün her yerde görürüz ama, çok yüksek bir ağacın en ucundaki dalın, en uç yaprağına kadar suyun nasıl ulaşabildiğini hiç düşündünüz mü? Bir benzetme yaparak bundaki olağanüstülüğü daha iyi anlayabiliriz. Apartmanınızın bodrum katındaki deponun içindeki suyun, hidrofor veya herhangi güçlü bir motor kullanmadan üst katlara çıkması imkansızdır. Hatta ilk kata bile suyu gönderemezsiniz. Öyle ise ağaçlarda da hidrofor benzeri güçlü bir pompalama sistemi bulunmalıdır. Aksi takdirde ağacın gövdesine ve dallarına su ulaşamayacağı için ağaçlar kısa sürede ölebilirler.

Ancak Allah her ağacı gerekli tüm teçhizatı ile birlikte yaratmıştır. Hatta birçok ağaçtaki pompalama sistemi insanın kendi oturduğu apartmanla kıyas dahi edemeyeceği kadar üstündür. İşte çevresindeki herşeye "gören bir göz"le bakan kişinin, bu varlıkları gördüğünde düşündüğü konulardan biri de budur.

Bir diğer konu ise, yapraklarla ilgilidir. Gördükleri üzerinde düşünen bir insan ağaca baktığında üzerindeki yaprakları, alışık olduğu sıradan yapılar olarak değerlendirmez. Onlarla ilgili birçok insanın aklına gelmeyen şeyler düşünür. Örneğin yapraklar çok narin yapılı varlıklardır. Ancak buna rağmen kavurucu sıcağın altında bile kurumazlar. İnsan 40 derece sıcağın altında biraz kalsa derisinin rengi değişir, fazlasıyla su kaybeder. Ancak yapraklar incecik damarlarından çok az su alabilmelerine rağmen günlerce, hatta aylarca kavurucu sıcağın altında kavrulmadan yemyeşil kalabilirler. İşte bu, Allah'ın herşeyi benzersiz bir ilimle yarattığını gösteren bir yaratılış mucizesidir. İman eden insan da bu yaratılış mucizesi üzerinde düşünerek Rabbimiz'in büyüklüğünü bir kez daha görüp tesbih edebilir.


Gazete Okurken ve Televizyon Seyrederken…


İnsanlar genellikle gün içinde veya akşam evlerine dönünce gazete ve televizyon haberlerini takip ederler. Bu haberlerde de vicdanlı bir insan için üzerinde düşünüp öğüt alacak, Allah'ın ayetlerini görecek konular vardır.Saldırı, Şiddet, Cinayet Olaylarının Sıklığının Düşündürdükleri Allah korkusu olan toplumlarda bu görüntülerin hiçbiri yaşanmaz.


Her gün gazetelerin üçüncü sayfalarında ve televizyon haberlerinde birçok adam öldürme, yaralama, hırsızlık, soygun, dolandırıcılık, intihar gibi olayların haberlerine rastlanır. Bu olayların bu kadar sık gerçekleşmesi, insanların büyük bir bölümünün bu tarz suçları işlemeye bu kadar açık olmaları ise insana Allah'ın dinini yaşamayan insanların uğradıkları zararları gösterir. Bir insanın para almak için küçücük bir çocuğu rehin alabilmesi, ona çok büyük bir korku yaşatması, hatta öldürebilmesi, silahını doğrultup hiç tereddüt etmeden bir insanın yüzüne ateş edebilmesi, bir diğerinin rüşvet alması, intihar etmesi, dolandırıcılık yapması… Bunların hepsi bu insanların Allah'tan korkmadıklarının, ahiretin varlığına inanmadıklarının bir göstergesidir. Allah'tan korkup sakınan, ahirette hesap vereceğini bilen bir insan bunların herhangi birini asla yapamaz. Çünkü bunların her biri ahirette cehennemle karşılık görecek olan eylemlerdir.

Bir insan "ben ateistim, Allah'a inanmıyorum ama rüşvet almam" diyebilir. Ancak Allah korkusu olmayan bir insanın bu sözü kesinlikle geçerli olmaz. Çünkü bulunduğu koşullar değiştiğinde sözünde durmaması ihtimali son derece kuvvetlidir. Örneğin bu insanın acil bir sebepten dolayı para bulması gerektiğinde, karşısına hırsızlık yapabileceği veya rüşvet alabileceği bir ortam çıksa, bu sözünde durmayabilir. Veya böyle bir insanın kendi canının tehlike altında olduğu bir durumda yine sözünde durması beklenmez. Söz konusu kişi zor bir durumda rüşvet almaktan kaçınsa bile, başka bir haram fiile yönelebilir. Ancak Allah korkusu olan bir insan için koşulların veya mekanın değişmesi hiçbir şeyi değiştirmez. İman eden bir insan, her ne olursa olsun asla ahirette hesabını veremeyeceği şeyi yapmaz.

Bu nedenle her gün gazetelerde, televizyonlarda, dost meclislerinde şikayet edilen, "bu topluma neler oldu böyle" dedirten olayların nedeni dünyanın çeşitli ülkelerinde hakim olan dinsizliktir. Tüm bu haberleri gören mümin, bunların üzerinden geçip gitmez, tek çözümün insanlara Allah sevgisini ve korkusunu anlatmak, manevi değerleri canlandırmak olduğunu düşünür. Çünkü Allah'tan korkup sakınan, ahirette hesap vereceğini bilen insanların oluşturduğu toplumda bu türlü olayların yaşanması imkansızdır. Böyle bir toplumda huzur ve güven en yüksek derecede yaşanır.


SABAHLARA KADAR SÜREN TARTIŞMA PROGRAMLARININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Yine gördükleri üzerinde düşünmeye devam eden kişi için, televizyonlarda yer alan tartışma programları da ibret vericidir.

Bu tartışma programlarına, o günün konusuyla en yakından ilgili ve o konuda en fazla bilgi sahibi kişiler çağırılır. Bu kişiler saatlerce bir konu hakkında konuşurlar ancak hiç kimse işin içinden çıkamaz ve bir sonuca da varamaz. Halbuki o tartışma programına katılanlar, bu konuyu çözebilecek yetkiye sahip olan kişilerdir.

Üstelik birçok konunun çözümü aslında son derece açıktır. Ancak insanların bir kısmının kişisel çıkarları, çevrelerinin etkisi altında kalmaları, samimi bir çözüm arama yoluna gitmektense kendi isimlerini ön plana çıkartma gayretleri tüm işleri adeta çıkmaza sokar.

Tüm bunlara şahit olan vicdanlı bir insan, bu olayların kaynağının da insanların Allah'ın dininden uzak olmaları olduğunu düşünür. Çünkü Allah'a iman eden bir insan asla sorumsuz, çözümsüz ve vurdum duymaz bir yapı sergileyemez. Allah'ın karşısına çıkardığı her olayda bir hikmet olduğunu, dünyada her an denenmekte olduğunu, aklını, gücünü, bilgisini Allah'ın razı olacağı şekilde kullanması gerektiğini bilir.


Ayrıca bu tür programları seyreden bir mümin Allah'ın bir ayetini hatırlar:

... İnsan, herşeyden çok tartışmacıdır. (Kehf Suresi, 54)


Bu tarz programlarda rastlanan ortam insanların bir çoğunda olan tartışmacı, daha doğrusu kavgacı yönünü ortaya çıkarır. Bu kişilerin büyük kısmının, çoğunlukla kendilerine yöneltilen soruyu bile algılayamamaları, sadece kendi söyleyeceklerine takılıp bir an önce onu söylemeye çalışmaları, birbirlerinin sözünü kesmeleri, seslerini kolaylıkla yükseltip hemen itidallerini kaybederek sinirlenmeleri, hatta karşılarındaki insanlara hakaretler yağdırmaya başlamaları, bu kişilerin olumsuz yönlerini ortaya koymaları açısından önemlidir.

Allah korkusu olan, yüzde yüz samimi ve dürüst insanların toplandığı bir mecliste bu tür uzayan ve sonuçsuz kalan bir ortam kesinlikle oluşmaz. Amaç Allah'ın razı olacağı çözümü getirmek ve insanlara en fazlasıyla fayda sağlamak olduğu için, akla ve vicdana en uygun olan yöntem bulunur ve hiç vakit geçirilmeden uygulanır. Herkes vicdanen alınan karardan tatmin olacağı için herhangi bir tartışma ortamı da oluşmaz.


Bir kişinin itirazı olduğunda ise, eğer bu kişinin itirazı haklı nedenlere dayanıyorsa ve gösterdiği yol daha doğru ise, hemen bu teklif geçerli sayılır. Çünkü Allah'tan korkup sakınan insanlar, diğerleri gibi kibirlenerek laf anlamaz bir tavır göstermezler. Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi "... Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır" (Yusuf Suresi, 76) diyerek, en doğru olanı uygularlar.

Aksi bir ortam, yani örneğine pek çok ülkede rastlanan, sabahlara kadar süren ve hiçbir sonuç alınamayan tartışmalar, insanlara din ahlakının getirdiği güzel ahlakın ve yüksek karakterin yaşanmadığı bir ortamda neler olabileceğini göstermesi açısından düşündürücüdür.

DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDAKİ AÇLIK VE SEFALETİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Gazete ve televizyon haberlerinde sıkça rastlanan konulardan biri de insanlar arasında yaşanan adaletsizliktir.
Dünyanın bir yanında son derece zengin ve refah düzeyi çok yüksek ülkeler, bir yanında da yiyecek yemeği, en basit hastalığını bile tedavi edecek ilacı olmayan, bakımsızlıktan art arda ölen insanlar bulunmaktadır. Bu durumun gösterdiği ilk gerçek ise dünyada var olan zulüm sistemidir. Zira zengin birkaç ülke için buradaki insanların kurtarılmaları son derece kolaydır. Örneğin Afrika'da açlıktan ölen insanların yakınında, orada bulunan elmas madenlerinden zengin olmuş ve çok gelişmiş bir medeniyeti yaşayan toplumlar bulunmaktadır. Sefalet ve açlık içinde yaşayan ve ölüme terk edilen bu insanların yerlerinin değiştirilmesi veya bulundukları yerde onların ihtiyaç duydukları imkanların sağlanması son derece kolayken, onlarca yıldır bu insanlar için köklü bir çözüm aranmamaktadır. Oysa bu insanlara yardım etmek birkaç kişinin yapabileceği bir iş değildir. Köklü çözümler bulunabilmesi için, birçok insanın fedakarlık ve özveride bulunması gerekir. Ancak böyle bir konuya sahip çıkan insan sayısı dünya üzerinde çok azdır.

Bunların yanı sıra dünyanın her yanında trilyonlarca lira çeşitli nedenlerle israf edilmektedir. Bir yanda yemeğinin tadını beğenmediği için çöpe atan, bir yanda da yiyecek yemek bulamadığı için ölen insanlar bulunması, dünyada din ahlakını yaşamamanın getirdiği bir zulüm ortamının bulunduğunun çok açık delilidir.

Bunları gören kişi, bu zulmü ortadan kaldıracak tek şeyin Allah'ın emrettiği ahlakın yaşanması olduğunu düşünür. Çünkü Allah'tan korkan ve daima vicdanı ile davranan insanlar böyle bir zulme ve haksızlığa izin vermezler. Hiçbir gösterişe izin vermeden, dünyanın gerekirse tüm imkanlarını seferber ederek ihtiyaç içindeki insanlara hızlı, kesin ve kalıcı çözümlerle yardım ederler.

Yoksullara ve ihtiyaç içinde olanlara yardımda bulunmanın Allah'tan ve ahiret gününden korkup sakınan insanlara ait bir özellik olduğu ayetlerde şöyle anlatılır:

Ve onların mallarında belirli bir hak vardır: Yoksul ve yoksun olan(lar)için. Onlar, din gününü tasdik etmektedirler. Rablerinin azabına karşı (daimi) bir korku duymaktadırlar. (Mearic Suresi, 24-27)


Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz'den korkuyoruz." (İnsan Suresi, 8-10)

Yoksulu doyurmamak ise Allah korkusu olmayan, dinsiz insanların özelliğidir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

(Allah buyruk verir:) "Onu tutuklayın, hemen bağlayın. Sonra çılgın alevlerin içine atın. Daha sonra onu, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurup gönderin. Çünkü, o, büyük olan Allah'a iman etmiyordu. Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı. Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur. İrin ve kan karışımından başka bir yemek yoktur. Bunu da, hata edenlerden başkası yemez." (Hakka Suresi, 30-37)


TÜM DÜNYADA MEYDANA GELEN AFETLERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
 Gazete ve televizyonlarda sık sık rastlanan afet haberlerinde de düşünülmesi gereken hikmetler vardır.
İnsanların televizyonlarda veya gazetelerde çok sık rastladıkları haberlerden biri de afet haberleridir. Yeryüzünde her an insanlar bir felaketle karşılaşabilirler. Hiç umulmayan bir anda şiddetli deprem olabilir, yangın çıkabilir, sel baskını olabilir. Bu haberleri gören bir insan, Allah'ın herşeye güç yetirdiğini, dilediği takdirde bir şehrin altını üstüne getirebileceğini düşünür. Bunları düşündüğünde görür ki, insanın Allah'tan başka sığınacağı ve yardım isteyeceği bir varlık yoktur. En sağlam binalar, en ileri teknoloji ile donatılmış şehirler bile Allah'ın azabına karşı koyamaz; bir anda yerle bir olabilirler.

Ayrıca bu felaket haberlerini duyan veya okuyan kişi, Allah'ın bu şehre felaketi bir hikmet üzere verdiğini de düşünür. Allah Kuran'da azgınlık yapan kavimleri öğüt alıp düşünsünler veya yaptıklarının karşılığını bulsunlar diye dünyada da azaba uğrattığını bildirmektedir. O halde bu topluluk da Allah'ın hoşnut olmayacağı bir ahlakı yaşıyorsa, belki de Allah'ın azabına uğramış olabilir. Veya Allah bu insanları dünyada birtakım zorluklarla deniyor da olabilir.Bu ihtimalleri düşünen insan, tüm bunların kendi başına da gelmesinden korku duyar ve davranışları için Allah'tan bağışlanma diler.

Hiçbir insan veya hiçbir kavim başına gelecek olan azabı Allah dilemedikçe engelleyemez. Bu, ister dünyanın en zengin ve en güçlü ülkesi olsun, isterse coğrafi açıdan hiçbir riskli durumu olmayan bir yer olsun. Allah hiçbir ülkenin başına gelecek bir felaketi önleyemeyeceğini şöyle bildirir:

O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? (Veya) Onlar, Allah'ın tuzağından güvende mi idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz. (Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer Biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı. (Araf Suresi, 97-100)

1. Honduras'ta sel felaketi, 2. Mali-Gao'da şiddetli rüzgarın oluşturduğu bir felaket, 3. Nehirlerin taşması sonucunda sular altında kalan sahil şehri 4. sualtında kalmış bir başka şehir, 5. Yerle bir olan bir şehir. Tüm bu görüntüler insanların düşünüp ibret almaları içindir.


Birkaç saniye süren bir deprem tüm bir şehri yerle bir etmek için yeterlidir. Tüm bu görüntüleri doğanın eseri olarak düşünenler yanılırlar. Çünkü doğa tüm diğer varlıklar gibi kendisini yaratan Allah'ın emrindedir.


Haberlerde sık sık rastlanan bir diğer konu da ekonomideki bozulmadır. Özellikle de faizle ilgili her gün pek çok olumsuz haber çıkar. Faizin artık durdurulamadığı, bütün ekonomiyi kötü yönde etkilediğini belirten haberleri okuyan bir kişi, haram olan bir eylemin bu kadar yaygınlaştırılmasının sonucunda Allah'ın insanların kazançlarındaki bereketi kısarak karşılık verdiğini düşünür. Kuran'ın "Allah, faizi yok eder de, sadakaları artırır. Allah, günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez." (Bakara Suresi, 276) ayetinde bildirildiği gibi, Allah faizin getireceği geliri yok edebilir, bereketini azaltabilir. Yine bu gerçek bir başka ayette de şöyle bildirilmiştir:

İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Allah Katında artmaz. Ama Allah'ın yüzünü (rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat ise, işte (sevablarını ve gelirlerini) kat kat artıranlar onlardır. (Rum Suresi, 39)

İnsanlar gazetelerde sık sık faizin dünya ekonomisine verdiği zararla ilgili haberleri okur ve Allah'ın ayetlerinin insanlar üzerinde nasıl tecelli ettiğini düşünürler. İşte düşünen bir insan için faizle ilgili haberler de, Allah'ın ayetlerinin insanlar üzerinde tecelli ettiğinin örnekleridir.

Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar. (Tevbe Suresi, 126)

GÜZEL MEKANLARIN ÜZERİNDE DÜŞÜNMEK

Televizyon programlarında, gazete ve dergilerde elbette Allah'ın yarattığı güzellikleri görmek ve bunlar üzerinde tefekkür etmek de mümkündür. Buralarda yer alan güzel bir manzarayı, güzel bir evi, güzel bir bahçeyi veya deniz kenarını seyretmek veya bu yerlerde bulunmak her insanın hoşnut olduğu olaylardır. Bu görüntüler herşeyden önce insana cenneti hatırlatır. İnanan bir insan, dünyada bile bu kadar büyük nimetler veren, bu kadar muhteşem güzellikler gösteren Allah'ın, elbette ki cennette kıyaslanamayacak kadar güzel mekanlar yaratacağını bir kez daha hatırlar.


Fakat bunları gören kişinin aklına şunlar da gelir: Dünyada yaratılan her güzelliğin, dünyanın bir imtihan yeri olması nedeniyle türlü kusuru ve eksikliği vardır. Örneğin televizyonda görüntüleri görülen bir tatil yerinde bir süre kalındığında bu eksiklikleri fark edebilir. Havasının aşırı nemli olması, denizin insanı rahatsız edecek kadar tuzlu olması, bunaltıcı bir sıcak, sinekler bunlardan sadece birkaçıdır. Güneş altında yanmak ve bundan dolayı acı duymak, seyahat acentasının organizasyonundaki aksaklıklar, aynı mekanın paylaşıldığı insanların çekilmez oluşu gibi dünyaya ait birçok zorluk ve istenmeyen durum oluşabilir.

Cennette ise bu güzelliklerin asılları olacak ve insanı rahatsız eden tek bir zerre olmayacak veya hoşa gitmeyen tek bir konuşma yapılmayacaktır. İnsan dünyada karşılaştığı her güzellikte cennete özlem duyar. Dünyada Yüce Allah'ın kendisine verdiği nimetler için daima şükredici olur, bunların tümünün Allah'ın rahmetiyle verdiği nimetler olduğunu düşünerek bunlardan zevk alır. Ama asıllarının cennette olduğunu bildiği için, kendisini dünya güzelliklerine kaptırarak ahireti de unutmaz. Ebedi güzelliklere sahip olabileceği, Allah'ın cennetine girmeyi hak edebileceği bir yaşam sürdürür.

BİLİMSEL BİR DERGİDE MADDENİN TEMEL PARÇASININ ATOM OLDUĞU BİLGİSİNİ OKUMAK NELER DÜŞÜNDÜRÜR?

İnsan bildiği şeyler üzerinde düşünmediği müddetçe incelikleri kavrayamaz, ne kadar olağanüstü bir ortamda yaşamını sürdürdüğünü fark edemez. Bu yüzden iman eden her insan hiç durmaksızın Allah'ın yarattığı varlıklar ve olaylar üzerinde düşünür. Bunlar kimi zaman pek çok insanın bildiği konular da olabilir, ama o bu konulardan herkesten daha farklı sonuçlar çıkarabilir.

Saatinizin, yediğiniz yiyeceklerin, oturduğunuz binanın, arabanızın, gözlüğünüzün, kedinizin, bahçedeki çiçeklerin, bilgisayarınızın, denizlerin, gökyüzünün ve kendi bedeninizin yapıtaşının aynı ATOMLAR olduğunu hiç düşündünüz mü?

Örneğin evrendeki canlı ve cansız her varlığın temel maddesinin atomlar olduğu genel olarak insanların haberdar olduğu bir bilgidir. Yani çoğu insan, elindeki kitabın, koltuğun, içtiği suyun ve çevresinde gördüğü herşeyin atomlardan oluştuğunu bilir. Ama bunun ötesini düşünerek, Allah'ın üstün kudretine şahit olanlar ancak vicdanlı insanlardır. Böyle bir kişi bu konuyla ilgili bir haber gördüğünde şunları düşünür: Atomlar cansız varlıklardır. Peki atomlar gibi cansız maddeler biraraya gelip nasıl görebilen, duyabilen, duyduklarını yorumlayabilen, dinlediği müzikten zevk alabilen, düşünebilen, karar verebilen, sevinebilen veya üzülebilen insanı oluşturmuşlardır? İnsan, kendini diğer atom yığını varlıklardan tamamen ayıran bu özellikleri nasıl edinmiştir?

Elbette ki insana, tüm bu insani özelliklerini cansız ve şuursuz atomlar veremezler. İnsanı bu özelliklere sahip bir ruh ile yaratanın Allah olduğu apaçık bir gerçektir. Ve bunun ardından insanın aklına Allah'ın bir ayeti gelir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)

İNSANIN DERİN DÜŞÜNEREK ULAŞTIĞI BAZI GERÇEKLER…

Herşeyin insan için yaratılmış olduğunu hiç düşündünüz mü?

Allah'a iman eden bir kişi evrende var olan canlı cansız tüm varlıkları ve sistemleri dikkatli bir gözle incelediğinde, bunların tümünün insan için yaratıldığını açıkça görür. Hiçbir şeyin tesadüfen oluşmadığını, Allah'ın herşeyi insan yaşamına en uygun şekilde var ettiğini anlar.

Üzerinde yaşadığımız gezegen ve tüm evren insanın yaşaması için gereken özelliklerin tümüne sahiptir. Bunun üzerinde düşünen insan tüm evreni Allah'ın kendisi için yarattığını açıkça görecektir.

Örneğin insan her an çok rahat nefes alabilmektedir. Soluduğu hava ne genzini yakar, ne başını döndürür, ne de baş ağrısı verir. Çünkü havadaki gazların oranı insan vücuduna en uygun miktarda ayarlanmıştır. Bunları düşünen kişinin aklına çok önemli bir nokta daha gelir: Eğer atmosferdeki oksijen mevcut miktarından biraz daha fazla veya biraz daha az olsa, her iki durum da canlılığın yok olmasına neden olurdu. Bunun üzerine bazen havasız bir yerde kaldığında nefes almakta ne kadar zorlandığını düşünür. İnançlı bir insan bu konu üzerinde düşünmeye devam ettikçe sürekli Rabbimiz'e şükreder. Çünkü dünyanın atmosferinin de pek çok gezegen gibi zor nefes alınacak şekilde olabileceğini, ancak böyle olmadığını ve dünya atmosferinin milyarlarca insanın rahatlıkla nefes alabileceği şekilde, son derece kusursuz bir denge ve düzen içinde yaratıldığını görür.

Yine üzerinde yaşadığı gezegen hakkında düşünmeye devam eden kişi, Allah'ın yaratmış olduğu suyun insanın hayatında ne kadar büyük bir önemi olduğunu düşünür. Aklına şunlar gelir: İnsanlar genellikle uzun süre sudan mahrum kaldıklarında suyun değerini anlarlar. Halbuki su, hayatımızın her anında ihtiyaç duyduğumuz bir maddedir. Örneğin hücrelerimizin, vücudumuzun her noktasına ulaşan kanımızın büyük bir bölümü sudur. Eğer böyle olmasaydı, kanın akışkanlığı azalacak, damarlarımızda akması çok zor hale gelecekti. Suyun akışkanlığı sadece bizim vücudumuz için değil, bitkiler için de son derece önemlidir. Bu sayede su, yaprakların incecik damarlarından geçerek yaprağın en uç kısmına kadar ulaşabilir.


Denizlerdeki büyük su kütleleri ise dünyamızın yaşanabilir bir gezegen olmasını sağlamaktadır. Eğer yeryüzündeki denizlerin oranı karalara göre daha düşük olsaydı, o zaman her yer çöle döner ve yaşam imkansız olurdu.

Bunları düşünen vicdanlı kişi, dünya üzerinde bu kadar kusursuz bir dengenin sağlanmasının elbette ki tesadüf eseri olmadığına kesin olarak kanaat getirir. Tüm bunları görmek ve düşünmek ona üstün güç sahibi olan Allah'ın herşeyi bir amaç doğrultusunda yarattığını gösterir.

Üstelik bu konuda düşündüğü örneklerin son derece kısıtlı olduğu da aklına gelir. Öyle ki, dünyadaki dengeler ile ilgili örnekleri saymakla bitirmek mümkün değildir. Ancak düşünen insan evrenin her köşesinde var olan düzeni, kusursuzluğu ve dengeyi açıkça görebilir ve bunun sonucunda Allah'ın herşeyi insan için yarattığı gerçeğine varır. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirir:

Kendi'nden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye Suresi, 13)

SONSUZLUĞUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Sonsuzluk kavramını hemen herkes bilir, ancak siz hiç sonsuzluğun üzerinde düşünmüş müydünüz? Allah'a iman eden bir insanın tefekkür ettiği konulardan biri de budur.

Allah'ın cennet ve cehennem hayatını sonsuz yaratmış olması her insanın, üzerinde düşünmesi gereken çok önemli bir konudur. Bunu düşünen kişinin aklına şunlar gelir: Cennetin sonsuz olması, ölümden sonraki hayatta verilmiş en büyük nimet ve ödüllerden biridir. Çünkü cennetteki ihtişamlı yaşam, asla son bulmayacaktır. İnsan dünyada en fazla 100 sene kadar yaşayabilir. Ama cennetteki yaşam katrilyon çarpı katrilyon yıl boyunca, asla tükenmeden devam edecektir.

Bunları hatırlayan kişinin aklına insanların sonsuzluğu kavramasının son derece güç olduğu da gelir. Bu konuyla ilgili şöyle bir örnek açıklayıcı olabilir: Yüz trilyon insan olsa, gece gündüz hiç durmadan yüz trilyonu yüz trilyon ile çarparak ilerleseler, yüz trilyon yıl ömürleri olsa ve ömürleri boyunca bu işle uğraşsalar ulaştıkları rakam, yine de sonsuz hayatta geçirilecek yıl sayısının yanında "sıfır" gibi kalır. İşte bunları düşünen insan şu sonuca varır: Allah öyle büyük bir ilme sahiptir ki, insana göre "sonsuz" olan, O'nun Katında bitmiş durumdadır. Zamanın ilk yaratıldığı andan sonsuzluk anına kadar geçecek olan her olay, her düşünce, vakitleri ve şekilleri ile O'nun ilmiyle belirlenmiş ve bitmiş durumdadır.

İnsanın aynı şekilde cehennemin de inkarcılar için sonsuza kadar kalınacak bir mekan olduğunu düşünmesi gerekir. Cehennemde türlü türlü azaplar, işkenceler ve zorlu bir hayat vardır. Cehennemdeki inkarcılar kesintisiz olarak fiziksel ve manevi işkenceye tabi tutulurlar. Bu işkencelerin arkası sonsuza kadar hiç kesilmez, uyku veya dinlenme hiçbir zaman olmaz. Eğer cehennemdeki hayatın bir sonu olsaydı, bu katrilyonlarca sene sonra bile olsa, cehennem ehli için bir ümit olurdu. Ancak dünya hayatında işledikleri günahların karşılığı sonsuz bir azaptır:

Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır. (Araf Suresi, 36)

Bu nedenle sonsuzluğu düşünerek kavramaya çalışmak her insan için son derece önemlidir. Bir insanın ahiret için çabasını artırır, korkusunu ve ümidini güçlendirir. Sonsuz azaptan şiddetle korkup sakınırken, sonsuz cennete kavuşmanın ümidini taşır.

RÜYALAR ÜZERİNDE NELER DÜŞÜNÜLÜR?

Düşünen bir insan için rüyada önemli hikmetler vardır. Böyle bir insan uyurken gördüğü rüyaların ne kadar "gerçek gibi" olduğunu, hatta uyandığı andan pek bir farkı olmadığını düşünür. Örneğin gece bedeni yatağında yatıyor olmasına rağmen, rüyasında iş gezilerine çıkmış, insanlarla tanışmış, müzik dinleyerek yemek yemiştir. Hatta yemeğin tadını almış, müzikte dans etmiş, olan olaylardan dolayı heyecanlanmış, sevinip üzülmüş, korku duymuş, yorgunluk hissetmiş, hatta o güne kadar hiç kullanmadığı ve nasıl kullanıldığını dahi bilmediği bir aleti kullanmış olabilir.

Bedeni bir yatakta sabit durmasına ve gözleri kapalı olmasına rağmen, sürekli bulunduğu mekandan farklı görüntüler görmüştür. Demek ki gören gözleri değildir. Yattığı oda bomboş olmasına rağmen, sesler duymuştur. Demek ki duyan kulakları değildir. Herşey beyninin içinde gerçekleşmiştir. Ancak sanki her görüntünün aslı varmış gibi, herşey çok gerçekçidir. Peki, dışarıda hiçbirinin aslı olmamasına rağmen, bu kadar gerçekçi görüntüleri insanın beyninde oluşturan nedir? İnsan uyurken bunları bilinçli olarak ve isteyerek aklında kurgulayamaz. Beynin ise kendi kendine böyle görüntüler oluşturması imkansızdır. Beyin, protein moleküllerinden oluşmuş bir et yığınıdır. Böyle bir maddenin kendiliğinden görüntü oluşturduğunu, hatta o güne kadar hiç görülmeyen insan yüzlerini, mekanları, sesleri oluşturduğunu iddia etmek son derece mantıksız olur. Öyle ise uyurken rüyadaki görüntüleri gösteren kimdir? Bunları düşünen insan açık gerçeği bir kez daha görür: İnsanları uyutan, uyku sırasında ruhlarını çekip alan, uyandıktan sonra geri veren ve uykuda rüyaları gösteren Allah'tır.

Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.(Zümer Suresi, 42)
Rüyaları Allah'ın gösterdiğini bilen insan, rüyanın hikmetlerini ve yaratılış amacını da düşünür. Rüya esnasında, aynı uyanıkken olduğu gibi yaşadığı olaylardan ve kişilerden emindir. Hepsinin gerçekten var olduğunu, rüyasında gördüğü yaşantının kesintisiz ve devamlı olduğunu zanneder. Hatta biri yanına gelerek "şu anda rüyadasın, uyan" dese ona inanmaz. Bunları fark eden insan ise şöyle düşünür: "Bu dünya hayatının da geçici ve rüya benzeri bir yaşantı olmadığını kim söyleyebilir? Aynı rüyadan uyanır gibi bir gün bu dünya hayatından da uyanacak ve bambaşka görüntüleri, örneğin ahiret görüntülerini göreceğim…"